google-site-verification=PbL_5t5j-grNUlEnxPDPRb9h69cnQI7ks2lm5P-n88U
top of page

Venedik... Yansımanın başşehri...

 

Venedik, bence sadece İtalya’nın değil, dünyanın en etkileyici şehirlerinden biri. İbn-i Haldun’un “Coğrafya kaderdir” cümlesinin önünde bir kez daha saygıyla eğilmenin zamanıdır. 

 

Venedik'in en sıkıntılı zamanları 'acqua alta’nın olduğu dönemlerdir. ‘Acqua alta’ terimi, Venedik’in sınırları içinde yer aldığı Veneto bölgesinde Kuzey Adriyatik Denizi'nde periyodik olarak gerçekleşen olağanüstü gelgit zirveleri için kullanılıyor. Bu nedenle gitmeden önce hava durumunu kontrol etmenizde fayda var. Ancak tabii ki o dönemde gezilmez diye bir şey yok. Ama ani su yükselmeleriyle gezeceğinizi unutmayın. Bunun için sadece çizme yetmez. Zaten bot, düz ayakkabı filan hiç olmaz. Çizmeyi zaten alın yanınıza ama Venedik’te her yerde, seyyar satıcılarda bile satılan çizme galoşlardan mutlaka edinin. Kendi çizmeniz kesinlikle yetmez. Yağmur çizmelerinin bile dayanamadığını biliyorum.

Venedik de tüm diğer İtalya şehirleri gibi kap kaç konusunda epeyce ünlü. Çantanıza çok dikkat edin. Çapraz asın, açılan yerini ters takın diye öneriyorum. Sırt çantası ise göğsünüze asın. 

 

Venedik genelde yürüyerek ve şahane bir şekilde kaybolarak gezdeceğiniz bir şehirdir. Vaporetto kullanmaktan da çekinmeyin. Toplu bilet alabilirsiniz. Gondol gezisi bir kez gündüz yeter. Zaten belediye tek fiyat uygulaması getirdi, kazıklanmazsınız ama gene de kontrol ederek binin.

Gezinize her zaman San Marco Meydanı'ndan başlamanızı öneririm. San Marco Bazilikası, Latin İstilası’nda Konstantinopolis’ten kaçırılan eserlerle süslü. İçerisi de dışarısı da baş döndürücü güzellikte. Bazilika’ya sabah ışığında girmenizi öneririm. Ancak Bazilika’ya sırt çantasıyla giriş yasak. Yakın bir yerde emanet dolabı var, derme çatma bir yer ama başka da çare yok. Hatırladığım kadarıyla Sacristi ve Pala D’Oro’ya ayrı bilet almak gerekiyor. Sitesine bir bakın. Bazilika’da bizim tetrark heykelleri ile atları görmeyi zaten atlamayacağınızı umuyorum.

Şehri tepeden görmek için Campanile di San Marco'ya çıkmalısınız. Önceleri atış kulesi ve deniz feneri olarak kullanılan Venedik'in bu en yüksek kulesi, sizi bir asansörle 100 m yüksekliğe taşır ve ardından Bazilika'nın egzotik kubbeleri ayaklarınızın altında uzanır. Bu kuledeyken, baktığınız manzaranın 200 yıl önce Goethe'nin baktığı manzarayla aynı olduğunu bilmek de apayrı bir keyif.

 

Palazzo Ducale, olağanüstü güzellikte bir Gotik’tir. Vaktiniz olursa gezin. İşkence Odası ve Ahlar Köprüsü’nü içeriden görmüş olursunuz. Köprü bu adı Byron’ın katkılarıyla 19. yüzyılda almış. Byron yaşamının bir dönemini Venedik’te geçirir. Sarayla zindanı bağlayan bu köprüden geçen tutukluların acısını derinden hisseder. Orta çağda engizisyonda yargılanıp cezaya çarptırılan tutuklular buradaki zindana atılırmış. Bu zindanda Galileo’nun ve Casanova’nın da yattığı biliniyor. Köprüde bulunan parmaklıklı pencerelerden baktığınızda Venedik körfezi ve açık deniz görünür. İşte burada hayata, denizlere ve Venedik’e son kez bakan tutukluların derin bir iç geçirdiğini düşünmüş olmalı romantik şair Byron. Palazzo’da rehberli bir gezi yapılıyor ama bir saatten fazla sürüyor, aklınızda olsun.

 

Meydanın girişinde Palazzo Ducale’nin karşısındaki Libreria Sansoviniana ise güzelliğinin yanı sıra müthiş bir öyküye sahip. Yapım aşamasında binanın tonoz çatısı çöktüğünde mimar Sansovino hapse atılmış ve ancak hatırı sayılır kişilerin araya girmesiyle özgür bırakıldıktan sonra masrafları kendisi karşılayarak binayı yeniden inşa etmek zorunda kalmış. Böyle anlatınca daha dikkatli bakmak gerekiyor değil mi?

Öğle saatinde San Marco'da Torre dell'Orologio'nun yanından girince sağdaki sokakta bir pizzacıda soluklanabilirsiniz.

 

Meydanda Caffe Florian'da akşam saati çalan canlı müzik eşliğinde bir kadeh şampanya için, kadehinizi oranın müdavimleri Dickens, Byron ve Proust'a kaldırın.

 

Müze gezmek için Gallerie dell’Accademia listenizin başında olsun. Venedik Okulu, özellikle Rönesans’ta diğer okullardan (Floransa, Siena, Roma gibi) farklılık gösterir. Bunun en önemli nedeni suyun yansıması nedeniyle oluşan ışıktır. Venedik resminin günümüzdeki en büyük koleksiyonu buradadır. Rezervasyon gerekebilir, sitesine bir bakın.

 

Guggenheim Müzesi ise modern sanat akımlarının eserlerini barındırır. Benim favorilerim elbette Peggy Guggenheim’ın keşfi olan Jackson Pollock resimleri ile heykeltıraş Brancusi’nin kuş heykellerinden biridir.

 

Akşam yemeği için ben genelde Gallerie’nin önündeki köprüden karşıya geçince olan meydandaki mekanları tercih ediyorum. Çok hoş yerler var.

Ama elbette Rialto Köprüsü civarını da unutmamak lazım. Öğle yemeği için Venediklilerin tercih ettiği aperatif restoranlarından (bacaro) birine gidin ve cicchetti adı verilen mezeleri tadın. Rialto Pazarı’nın arkasındaki sokaklarda çok sayıda bacaro bulmak mümkün. All’arco, Osteria Alla Ciurma ve Cantina do Spade bacaro favorilerim. 

Kanal kıyısındaki Al Timon’da beyaz şarap, maden suyu ve aperol ile hazırlanan spritz’inizi yudumlayıp, aperatiflerden atıştırabilirsiniz. 

Sandviç ve tatlılar için Suso Gelatoteca’ya da gidebilirsiniz.

Sahilde Hotel Danieli'nin önünde geçerken George Sand ile Alfred de Musset'nin aşkına selam verin.

 

Hemen yanında Vivaldi'nin kilisesi La Pieta var. Mutlaka bir 4 Mevsim dinleyin orada. Orijinalini çalıyorlar. 

Harry's Bar'da Hemingway ile Adriana adlı genç sevgilisi için bir kadeh şarap için. Hatta Bellini kokteyli için daha iyi.

 

Küçük San Marco Meydanı'nda Verrocchio'nun Colleoni heykelini göreceksiniz. Colleoni, paralı bir asker ve çok zengin. Şehre yatırım yapmasının karşılığında heykelinin San Marco Meydanı’na dikilmesini istemiş ama öldüğünde şehir halkı ana meydana değil de küçük San Marco Meydanı’na heykelini dikmişler. İş parayı alana kadarmış yani.

Barok istiyorsanız Santa Maria della Salute'ye bakın, bir daha bakın, gene bakın. O bir başyapıttır. Büyük Kanal’ın girişindedir. Veba salgınında sonra yapıldığı için bu adı taşır. 

 

Vaktiniz olursa Yahudi Gettosu’na da gidin. Fazla bir şey yok ama en azından getto adının nereden geldiğini görmüş olursunuz. “Geto”, dökümhane demektir, daha önce bu bölgede bir dökümhane vardı. Zamanla dünyanın her yerinde Yahudilerin toplandığı bu tip yerlere getto denmeye başladı. 

 

Lagün adalarına gelince; kesinlikle bir gününüzü alır. Murano ve Burano zaten olmazsa olmazlar. Fakat ayarlayabilirseniz 7.yüzyıla ait bir bazilikanın olduğu Torcello, Ezra Pound, Stravinsky gibi ünlülerin yattığı San Michele mezarlık adası ve elbette Lido’yu da listenize alın derim. Murano malum cam endüstri merkezi, Burano ise adaların en renklisi. 

O zaman iyi eğlenceler...

bottom of page